Monday 17 January 2022

R* yükselince…

 R*, makro ekonomistlerin denge faiz oranına (the equilibrium interest rate) verdiği addır. R*, ekonominin üretebileceği kadar ürettiği, enflasyonun da olması gerektiği kadar olduğu bir durumda, ekonomide oluşan faiz oranıdır. 

 

Yıllık %5 büyüme potansiyeline sahip bir ekonomi düşünün. Merkez bankasının belirlediği faiz oranına R diyelim. Eğer o yıl ekonomi %5 büyümüş ve gerçekleşen enflasyon da hedefle ayni ise işte böyle bir ekonomide merkez bankasının belirlediği faiz oranı R, R*’a eşit olmalıdır. R*, bir ekonominin, enflasyon yaratmadan yapabileceği maksimum üretim miktarını belirler. Bir ekonominin ne kadar üreteceğini veya büyüyebileceğini dikte ettiren faiz oranı R değil, R*’dır. 

 

Modern merkez bankalarının ekonomiyi büyütmek gibi bir görevleri yok, böyle bir güçleri de yok misyonları da. Modern merkez bankalarının misyonu, fiyat istikrarını sağlamaktır. Bu uygulamanın ardında da yeni Keynesyen düşünce var. Makroekonominin dominant modeli yeni Keynesyen modele göre enflasyonun hedefe eşit olduğu bir durumda ekonomi, eldeki malzemeyle üretebileceğinin maksimumunu üretir. Yani fiyat istikrarıyla beraber üretimde de istikrar gerçekleşir. Bu politikanın matematiksel ispati da çok basittir. 

 

Analize devam etmeden önce bir benzetmeyle buraya kadar anlattıklarımı özetlemek istiyorum. R*’ı bir pastaya konması gereken kabartma tozu miktarına benzetebiliriz. Böyle bir benzetme yaptığıma bakmayın, pasta yapma konusunda bir uzmanlığım yok. İyi yemek yaparım ama pasta yapma konusunda aynı şeyi söyleyemem. Bir ara iyi mozaik pastası yapardım. En son yaptığımda daha sağlıklı olur düşüncesiyle malzemeyi eksik kullandım, o da olmadı. Ortaya çıkan şey parlak bir fikrin trajedisinin fotoğrafıydı. Görüntüye bakıp güldüm... Ama bir işten anlamıyorsanız bir bilene sorabilirsiniz, değil mi? Sormak “günah değil ayıp ne de”. Ben de öyle yaptım. 

 

Pasta yapmayı bilen birine, “Bir pastaya koymanız gerekenden daha fazla kabartma tozu koyarsanız sonuç ne olur?” diye sordum. Aldığım cevap şuydu: Pasta kabarmaz ve acı olur. Bir merkez bankasının R’ı, R*’ın çok altında belirlemesi de pastaya olması gerekenin üzerinde kabartma tozu koyarak pastayı büyütmeye çalışan pasta ustasından çok da farklı değil. Türkiye Merkez Bankasının yarattığı acılığı hissediyorsunuz, değil mi? 

 

R* anlaşılması zor bir kavram değil. Hatta 1990’ların Türkiye’sinde, R*-can olarak gazetelerin ön sayfalarında yerini alır, en az Boji kadar meşhur olurdu! Kim bilir, belki şairler, Turgut Uyar’dan esinlenerek “Yine kötü bir kış geçirdik sanıyorum, R* yükseldi örneğin…’ diye başlayan şiirler yazardı. 

 

Zor olan, R*’ın direkt olarak gözlenemiyor oluşu nedeniyle değerini tahmin etmektir. Son yıllarda, dünyanın önde gelen merkez bankaları R* tahmin etmek için yoğun çaba harcıyorlar. R*’ın değerinin doğru bir şekilde tahmin edilebilmesi merkez bankacıların işini çok kolaylaştıracak. 

 

İngiltere Merkez Bankası 2018 Ağustos’unda yayımladığı enflasyon raporunda R*’a geniş yer vermişti. Dönemin Merkez Bankası başkanı Mark Carney, raporla ilgili düzenlenen basın toplantında R* tahmin edebilmek için Bankanın yaptığı çalışmaları anlatmıştı. New York FED, Amerikan ekonomisi için yaptığı tahminleri düzenli olarak paylaşıyor. Bu tahminlere aşağıdaki linkten ulaşılabilir: 

 

https://www.newyorkfed.org/research/policy/rstar

 

Merkez bankalarının R*’ı direkt olarak belirleme ya da etkileme kabiliyeti yok. Merkez bankaları R*daki gelişmelere tepki verebilir sadece. R*, ekonomideki gelişmelere göre ekonominin temel faktörleri tarafından belirlenir. Bu faktörlerin ne olduğunu anlamak için R*’ı tasarrufların fiyatı olarak düşünebiliriz. Bu fiyat da tasarruflara olan arz ve talep tarafından belirlenir. Tasarrufların arz ve talebini etkileyen her faktör, R*’ı etkiler. 

 

Bir ülkedeki toplam tasarruflar yurt içi ve yurt dışı tasarruflardan oluşur. Tasarruflara olan talebin aynı kaldığı bir durumda yurt dışından ülkeye para girişi olması, ülkedeki tasarruf miktarını artıracağından R*’ın düşmesi beklenir. Yurt dışı yatırımcıların, paralarını alıp ülkeden çıktıkları durumda da ülkedeki tasarruflar azalacağından R* artar.   

 

Bu girişten sonra, öncelikle ABD’deki duruma bakalım, sonra da Türkiye’deki durumu değerlendirmeye çalışalım. Amerikan Merkez Bankasının yaptığı tahminler, ABD’de 1985 yılından bu yana R*da düşüşün yaşandığını gösteriyor. ABD’de R*, 1985 yılında %3,5 seviyesindeyken 2005 yılında keskin bir düşüşle %0,5 seviyesinde indi. 2005 yılından bu yana da bu seviyelerde. R*’daki düşüş, Amerikan Merkez Bankasını kontrolündeki R’ı düşürmeye zorluyor.

 

ABD’ın R*’ındaki düşüşü açıklayan teoriler arasında en çok kabul göreni Ben Bernanke’nin teorisidir. Ben Bernanke’e göre R* düşüşünün en önemli nedeni, nüfusun yaşlanıyor olması nedeniyle artan tasarruf miktarıdır. Tasarrufların bu denli çok olması, R*ı sıfıra yaklaştırmıştır.

 

Tasarrufların bu kadar fazla ve bunun sonucu olarak da getirinin
 bu kadar düşük olması, öğrencilerimize anlattığımız ama bir gün gerçekleşeceğini düşünmediğimiz “dinamik verimsizlik” (dynamic inefficiency) dediğimiz durumun gerçekleşmesine neden oluyor. Belki ABD’de Biden paketi olarak bilinen 1,9 trilyon dolarlık dev sosyal harcama paketini de bu çerçeveden düşünmek gerekir. Bu paketin bir amacı, devletin artan sosyal harcamalarına paralel tasarruflara olan talebin artmasıdır. Bunun ardında “Artan talep, tasarrufların getirisini de artırabilir ve bu artış da ‘dinamik verimsizlik’ sorununa çare olabilir.” düşüncesinin de olduğunu düşünüyorum. İngiltere’de de Biden planına benzer bir plan vardı. Ancak pandemi ve iktidardaki Muhafazakâr Parti içerisinde bitmek bilmeyen liderlik savaşları nedeniyle bu plan ertelenmişe benziyor. 

 

Şimdi Türkiye’ye dönelim. Bildiğim kadarıyla Türkiye’de R* için yapılmış bir tahmin yok. Yine de son 20 yılın ilk yarısında R*’ın düşüş trendinde olduğu, ikinci yarısında ise yükselmeye başladığı ve özellikle 2017 yılında “başkanlık” sisteminin devreye girmesiyle yükselişin hızlandığı söylenebilir.

 

Yukarıda da belirttiğim gibi bir ülkedeki tasarruflar yurt içi ve yurt dışı tasarruflardan oluşur. Demokraside sorunlar artıkça, kurumlar bağımsızlıklarını yitirmeye başlayınca, adalete olan güven azaldıkça, adına Kâht-ı Rical denen hastalık Kovid-19’dan da hızlı yayılınca, ülkeye para girişi azalırken yurt dışına para çıkışı hızlandı. Yerli tasarruf sahiplerinin çoğunluğu tasarruflarının dövize park etmiş, bekliyorlar. Bütün bunlar da R*da artışa neden oluyor. Bu artışla tasarrufların fiyatı ve dolayısıyla yatırım pahalı hâle geliyor, Türkiye ekonomisinin enflasyon yaratmadan üretebileceği miktarı azaltıyor. Küçülen pastayla beraber fakirleşme artırıyor.  

 

Türkiye ekonomi yönetimi, R*’daki düşüşü, R’daki düşüşlerle dengelemeye çalışıyor. Ancak bu politika olması gerekenden daha fazla konan kabartma tozu etkisi yaratıyor, ekonomideki durumu daha da kötüleştiriyor. Merkez bankasının belirlediği faiz oranının R*’ın altında kalması ve aradaki farkın artması, ekonomiyi üretebildiğinden daha fazla üretmeye zorluyor. R*’daki artışa paralel, ekonominin üretebileceği miktar her geçen azalıyor. 

 

Merkez Bankası faiz düşürebilmek için para arzını artırmak durumda. Artan para miktarı, üretimi artıramayınca fiyatları ve enflasyonu artıyor. Alınan krediler üretime gidemeyince dövize yöneliyor, TL’nin değer kaybetmesine neden oluyor. TL’deki değer kaybı enflasyonu daha da azdırıyor. Artan enflasyon, kaynakların etkin dağılımını olumsuz etkileyip ekonominin üretebileceği miktarı daha da azaltıyor. 

 

Peki, Türkiye’de Merkez Bankasının belirlediği faizlerdeki düşüşün hiç mi faydası yok? Türkiye Hükûmeti için bir yararı var. Türkiye Merkez Bankasının kontrolündeki faizi (R) düşürmesi Türkiye’nin ekonomik sorunlarına çözüm olamıyor belki ama Türkiye’deki siyasi sisteme kalkan olmuş durumda. Ekonomik tartışmaların yoğunlukla R’daki düşüşe odaklanmış olması, Türkiye Merkez Bankasının olağanüstü toplanıp R’da ciddi bir artış yapılması durumunda Türkiye’nin ekonomi sorunlarının biteceği izlenimi var. 

 

Vatandaş, Merkez Bankasının faizleri düşürmek yerine artırmasının fakirleşmenin önüne nasıl geçeceğine anlam veremiyordur. Yapılan anketler de anlam veremediğini gösteriyor zaten! 

 

Kısaca anlatmaya çalıştığım, sorunların temelinde R’daki düşüş değil, R*’daki artış var. R*’daki artışla beraber, hâlihazırda yeterli olmayan ekonomik pasta daha da küçülüyor. R* artmaya devam ediyor ve edecek. 10 yıllık devlet tahvillerinin faizinin %30 seviyesine dayanmış olması bunu gösteriyor. Devletin finansman ihtiyacı her geçen gün artmakta. Bu artış, tasarruflardaki talepte de artış yaratacağından bu artış nedeniyle R* artacak ve ekonomi daha da küçülecek.  

 

Ülkenin ekonomik sorunların kalıcı çözümü öncelikle R*’ın kalıcı olarak düşürülmesini gerektiriyor. Bunu sağlayacak olan da sofistike (!) ekonomi teorileri değil. Artık takip etmekte zorlandığım bu teoriler sadece kafaları karıştırıyor, bizi olması gerekenden uzaklaştırıyor. 

 

Yapılması gereken, ülkedeki siyasi ve ekonomik temellerin yeniden inşasıdır. Temellerin yeniden inşası için demokrasideki sorunların giderilmesi, kurumların bağımsızlığının tekrar tesis edilmesi, ortalama eğitim kalitesinin artırılması ve gelirin daha adil dağıtılması gerekiyor. Anayasa’ya mümkün olan en büyük puntolarla yazın! Bazı değerler, düşünce yapısının bir parçası olmadıkça Anayasa’da ne yazdığınızın hiçbir bir önemi yok. Bu gerçeği yaşayarak görüyoruz. 

 

Temel alanlarda yıpranma o kadar fazla ki bu alanlarda ilerleme sağlanmadıkça yaşanacak her ekonomik iyileşme geçici olacaktır. Kısa bir aradan sonra yine Turgut Uyar’ın terminolojisiyle “dikey mutsuzluğu”, “yatay mutsuzluktan” ayırmaya çalışmaya devam ederiz…