Thursday 23 November 2017

Türk’ün ateşi düşmek bilmeyen dolarla imtihanı




Amerikan doları yine 4 TL’ye dayandı. Türk Lirası’nın döviz karşısında bu denli değer kaybetmesi, ekonomik dengeleri alt üst edebilecek güçte bir faktör.

Tarımdan sanayiye her sektörde yerli üretimin ithal girdi payının yüksekliği dahi, şu anda yaşanan panik havasını açıklamaya yeter.

Türk Lirası’ndaki düşüşün ekonomiye ne oranda zarar vereceği, bu düşüşün kalıcı olup olmayacağına bağlı. Bu da, tabii ki düşüşün nedenlerine.

Reza Zarrab’ın Aralık ayı başında Amerika Birleşik Devletleri’nde görülecek davasının yaratacağı siyasi riskler, TL’nin son günlerde yaşadığı değer kaybının nedeni olarak gösteriliyor. Zarrab’ın Halkbank ve isimleri kamuoyuna henüz yansımayan 5 Türk bankası aracılığıyla ABD’nin ve AB’nin İran’a uyguladığı mali ambargoyu deldiği iddiasıyla açılan davanın sonucunda, suçlu bulunmaları halinde bu bankalar çok büyük para cezalarıyla karşı karşıya kalacaklar. Beklentiler bu yönde. Yeterli sermayeye sahip oldukları iddia edilen bu bankaların, söz konusu cezayı ödemeleri durumunda, TL’nin yaşadığı bu kaybın geçici olacağını düşünmek mümkün.

Ancak, özellikle son dönemlerdeki çıkışları dikkate alındığında, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Biz bu mahkemeyi tanımıyoruz, bu cezaları da ödemiyoruz” demesi ihtimaller arasında. İşte böyle bir durumda, Türkiye-ABD ilişiklerinin daha da bozulacağından, siyasi istikrarsızlığın devamı TL için hiç de iyi bir haber olmaz.

TL’nin şu anda genel anlamda karşı karşıya olduğu birtakım başka yapısal sorunlar da var; en önemlisi de kuşkusuz Türkiye ekonomisinin, deyim yerindeyse HURAFELERLE yönetiliyor olması. Ve bu hurafeler, ne yazık ki Merkez Bankası gibi ekonomiyi yönetmesi gereken kurumların elini kolunu bağlıyor.

En azından kâğıt üzerinde, bağımsız ve modern bir yapıya sahip olan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB), ekonomi yönetiminde sahip olduğu en önemli argüman, faiz oranlarıdır. İngiltere’de, Amerika’da ve Avrupa Birliği’nde merkez bankaları, ekonomideki dengeleri faiz oranlarını değiştirerek tutturmaya çalışırlar. Oysa Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın bu en önemli politik aracı, siyaset tarafından elinden alınmış durumda.

Tayyip Erdoğan’ın faiz konusundaki görüşleri ortada; faizi, yüksek enflasyonun nedeni olarak görüyor ve her ekonomik hal ve koşulda faizlerin düşmesi gerektiğine inanıyor. Bu siyasi duruş da, aslında kararlarını siyasilerden bağımsız olarak alması gereken TCMB’yi etkisiz kılan bir dayatmaya dönüşüyor. Erdoğan’ın TCMB’ye yönelttiği eleştirilerin şiddeti, TCMB’nin faiz oranlarını, ekonomideki dengeleri tekrar tesis etmek için kullanmasını engelliyor.

Merkez Bankası’nın bu kredibilite kaybı da TL’deki düşüşün diğer bir önemli nedeni, çünkü geleceğe ilişkin beklentileri, olumsuz yönde etkiliyor.

Dünyada kabul gören teorik ve ampirik çalışmalar, Erdoğan ve danışmanlarının iddia ettiğinin aksine, faiz artışının enflasyonu düşürdüğünü gösteriyor. Başka bir deyişle ne teorik ne de ampirik çalışmalar, Erdoğan’ın savunduğu tarzda bir maliyet etkisinin varlığına destek veriyor. Faiz oranlarında kaydedilen artışların enflasyonu nasıl frenlendiğini burada uzun uzun anlatmaya gerek yok, internette yapacağınız basit bir aramayla (tabii hurafelerle desteklenen değil, bilimle desteklenen kaynaklarda yapacağınız basit bir aramayla), ekonomik çalışmaların üzerinde hemfikir olduğu verilere ve değerlendirmelere kolayca ulaşabilirsiniz.

Koskoca bir ülkenin ekonomi yönetimi, temeli ve desteği olmayan argümanlar üzerine inşa ediliyor. Erdoğan’ın danışmanlarından Cemil Ertem, dünyanın kabul ettiği ekonomi teorisini, hiçbir tutar tarafı olmayan argümanlarla, ‘yoksullaştırıcı, bizi köle eden paradigma’ olarak nitelendiriyor ve bu ‘paradigmayı’ bitirdiklerini ilan ediyor.

Ancak şu anda Türkiye’de hakim olan korku ortamı nedeniyle, ne bağımsızlığı kanunlarla korunan Merkez Bankası, ne ekonomi bilimi üzerine çalışan akademik çevreler, ne de toplumları aydınlatma işlevini üstlenen medya bu duruma bir tepki verebiliyor. Kralın çıplak olduğunu hemen herkes görüyor ama kimse ‘kral çıplak’ demeye cesaret edemiyor.

Cemil Ertem’in yukarıda bahsettiğim yazısının yayın adresi, Milliyet Gazetesi. O Milliyet ki, Abdi İpekçi ile ölümsüzleşmiş... İnsan, ‘Abdi İpekçi boşuna mı ölmüş?’ diye sormadan edemiyor.

Ekonomi yönetiminin tek boyutlu olduğu anlayışla ekonomiyi yönetmeye çalışmak, sadece dikiz aynasına bakarak araba kullanmaya benziyor. Ve Türkiye Cumhuriyeti ekonomisi, göz göre uçuruma sürülüyor.