Amerikan doları yine 4 TL’ye
dayandı. Türk Lirası’nın döviz karşısında bu denli değer kaybetmesi, ekonomik
dengeleri alt üst edebilecek güçte bir faktör.
Tarımdan sanayiye her sektörde
yerli üretimin ithal girdi payının yüksekliği dahi, şu anda yaşanan panik
havasını açıklamaya yeter.
Türk Lirası’ndaki düşüşün
ekonomiye ne oranda zarar vereceği, bu düşüşün kalıcı olup olmayacağına bağlı.
Bu da, tabii ki düşüşün nedenlerine.
Reza Zarrab’ın Aralık ayı
başında Amerika Birleşik Devletleri’nde görülecek davasının yaratacağı siyasi
riskler, TL’nin son günlerde yaşadığı değer kaybının nedeni olarak
gösteriliyor. Zarrab’ın Halkbank ve isimleri kamuoyuna henüz yansımayan 5 Türk
bankası aracılığıyla ABD’nin ve AB’nin İran’a uyguladığı mali ambargoyu deldiği
iddiasıyla açılan davanın sonucunda, suçlu bulunmaları halinde bu bankalar çok
büyük para cezalarıyla karşı karşıya kalacaklar. Beklentiler bu yönde. Yeterli sermayeye
sahip oldukları iddia edilen bu bankaların, söz konusu cezayı ödemeleri
durumunda, TL’nin yaşadığı bu kaybın geçici olacağını düşünmek mümkün.
Ancak, özellikle son dönemlerdeki
çıkışları dikkate alındığında, TC Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, “Biz bu mahkemeyi
tanımıyoruz, bu cezaları da ödemiyoruz” demesi ihtimaller arasında. İşte böyle
bir durumda, Türkiye-ABD ilişiklerinin daha da bozulacağından, siyasi
istikrarsızlığın devamı TL için hiç de iyi bir haber olmaz.
TL’nin şu anda genel anlamda
karşı karşıya olduğu birtakım başka yapısal sorunlar da var; en önemlisi de
kuşkusuz Türkiye ekonomisinin, deyim yerindeyse HURAFELERLE yönetiliyor olması.
Ve bu hurafeler, ne yazık ki Merkez Bankası gibi ekonomiyi yönetmesi gereken kurumların
elini kolunu bağlıyor.
En azından kâğıt üzerinde, bağımsız
ve modern bir yapıya sahip olan Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası’nın (TCMB), ekonomi
yönetiminde sahip olduğu en önemli argüman, faiz oranlarıdır. İngiltere’de,
Amerika’da ve Avrupa Birliği’nde merkez bankaları, ekonomideki dengeleri faiz
oranlarını değiştirerek tutturmaya çalışırlar. Oysa Türkiye Cumhuriyet Merkez
Bankası’nın bu en önemli politik aracı, siyaset tarafından elinden alınmış
durumda.
Tayyip Erdoğan’ın faiz
konusundaki görüşleri ortada; faizi, yüksek enflasyonun nedeni olarak görüyor
ve her ekonomik hal ve koşulda faizlerin düşmesi gerektiğine inanıyor. Bu siyasi
duruş da, aslında kararlarını siyasilerden bağımsız olarak alması gereken
TCMB’yi etkisiz kılan bir dayatmaya dönüşüyor. Erdoğan’ın TCMB’ye yönelttiği
eleştirilerin şiddeti, TCMB’nin faiz oranlarını, ekonomideki dengeleri tekrar
tesis etmek için kullanmasını engelliyor.
Merkez Bankası’nın bu
kredibilite kaybı da TL’deki düşüşün diğer bir önemli nedeni, çünkü geleceğe ilişkin
beklentileri, olumsuz yönde etkiliyor.
Dünyada kabul gören teorik ve
ampirik çalışmalar, Erdoğan ve danışmanlarının iddia ettiğinin aksine, faiz
artışının enflasyonu düşürdüğünü gösteriyor. Başka bir deyişle ne teorik ne de
ampirik çalışmalar, Erdoğan’ın savunduğu tarzda bir maliyet etkisinin varlığına
destek veriyor. Faiz oranlarında kaydedilen artışların enflasyonu nasıl
frenlendiğini burada uzun uzun anlatmaya gerek yok, internette yapacağınız
basit bir aramayla (tabii hurafelerle desteklenen değil, bilimle desteklenen
kaynaklarda yapacağınız basit bir aramayla), ekonomik çalışmaların üzerinde
hemfikir olduğu verilere ve değerlendirmelere kolayca ulaşabilirsiniz.
Koskoca bir ülkenin ekonomi
yönetimi, temeli ve desteği olmayan argümanlar üzerine inşa ediliyor. Erdoğan’ın
danışmanlarından Cemil Ertem, dünyanın kabul ettiği ekonomi teorisini, hiçbir
tutar tarafı olmayan argümanlarla, ‘yoksullaştırıcı, bizi köle eden paradigma’
olarak nitelendiriyor ve bu ‘paradigmayı’ bitirdiklerini ilan ediyor.
Ancak şu anda Türkiye’de hakim
olan korku ortamı nedeniyle, ne bağımsızlığı kanunlarla korunan Merkez Bankası,
ne ekonomi bilimi üzerine çalışan akademik çevreler, ne de toplumları
aydınlatma işlevini üstlenen medya bu duruma bir tepki verebiliyor. Kralın
çıplak olduğunu hemen herkes görüyor ama kimse ‘kral çıplak’ demeye cesaret
edemiyor.
Cemil Ertem’in yukarıda
bahsettiğim yazısının yayın adresi, Milliyet Gazetesi. O Milliyet ki, Abdi
İpekçi ile ölümsüzleşmiş... İnsan, ‘Abdi İpekçi boşuna mı ölmüş?’ diye
sormadan edemiyor.
Ekonomi yönetiminin tek boyutlu
olduğu anlayışla ekonomiyi yönetmeye çalışmak, sadece dikiz aynasına bakarak
araba kullanmaya benziyor. Ve Türkiye Cumhuriyeti ekonomisi, göz göre uçuruma
sürülüyor.