Thursday 17 September 2020

Covid-19 Belirsizliği ve Servet Vergisi

Covid-19 salgınının ekonomik ve sosyal etkilerini anlamaya çalışmada, bu yılın Mart ayında başlayan süreci farklı aşamalara bölerek analiz etmenin yararlı olacağını düşünüyorum.  Birinci aşama; virüsün hızlı yayılımı ile ülkelerin sosyal izolasyon önlemlerini uygulamaya koymasıyla başladı ve yaz aylarının gelmesiyle birlikte bu önlemlerin hafifletilmesiyle de sonra erdi. İkinci aşama; içinde bulunduğumuz aşama. Bu aşama, aşının bulunmasıyla son erecek ve üçüncü aşama başlayacak. 

 

Bu tür bir yaklaşımın yaşanmakta olan sorunların tespitini kolaylaştıracağı düşüncesindeyim. Sorunların doğru tespiti de, şüphesiz ki doğru çözümlere ulaşmamıza yardımcı olacak. Yazının geriye kalan kısmında önce, kısaca birinci aşamayı değerlendirdikten sonra, ikinci aşamaya odaklanacağım. 

 

Baştan başlayalım. Salgınla beraber alınan ev hapsi önlemleri büyük bir ekonomik krize neden oldu. Hem üretimde hem de tüketimde ciddi düşüşler yaşandı. Bu tur durumlarda, markoekonominin tavsiyesi açıktır: ‘Eğer sorunun kaynağı ortadan kaldırılamıyorsa, yapılması gereken sorunun ekonomi üzerindeki etkilerini minimize etmeye çalışmaktır.’ Nitekim; birçok ülkede ekonomi yönetimleri, bu prensipten yola çıkarak, salgının hane halkı ve şirketler üzerindeki etkisini hafifletecek ekonomik önlemler aldılar. 

 

Salgının esas ekonomik yükünü ise maliye politikası üstlendi. Para politikasını yürüten merkez bankaları, geleneksel ‘nihai kredi merci’ görevini yürüterek, içinde bulunduğumuz bu zor dönemde, maliye politikalarının uygulanmasına yardımcı oluyor.

 

İkinci aşama; içinde bulunduğumuz ve en belirgin özelliği belirsizlik olan aşama. Bu dönemde cevap bekleyen birçok soru var. Kuşkusuz cevabı en çok merak edilen soru, aşının ne zaman bulunacağı. ABD Ulusal Alerji ve Bulaşıcı Hastalıklar Enstitüsü Başkanı Doktor Anthony Fauci, aşının 2021 yılı sonuna kadar bulunabileceği tahminini yapıyor. Uzmanlar, bir aşı geliştirilmesi için gereken sürenin ortalama 10 yıl olduğunu, ancak Covid-19 aşısı için gösterilen olağanüstü çaba dikkate alındığında, Fauci’nin tahminini iyimser bulmakla birlikte, her şeyin yolunda gittiği varsayımı altında, doğru çıkma ihtimalinin de olduğunu söylüyorlar.  

 

Tüm bu belirsizlik aşının bulunmasıyla bitmeyecek elbette. Aşının üretimi ile ilgili de pek çok soru var. Bir tahmine göre; dünya yılda yaklaşık 6 milyar doz aşı üretebilecek kapasiteye sahip. Ancak bütün üretim kapasitesinin Covid-19 üretimi için kullanılması durumunda, diğer önemli aşıların üretiminde sıkıntı yaşanacak. Bunun yanında, Covid-19 için tek dozun yeterli olmayacağı iki veya üç doz gerekebileceği tahminleri de yapılıyor. Bu durumda da, üretim kapasitesinin artırılması gerektiği sonucu ortaya çıkıyor ki; bu olası gereklilik de başka soruları beraberinde getiriyor. Örneğin; üretim kapasitesinin artırılması ne kadar zaman alacak? Ya da bunun maliyetini kim karşılayacak? 

 

Aşı ile ilğili diğer bir sorun ise nasıl dağıtılacağı ve muhafaza edileceği. Aşının taşınması ve muhafazası için soğuk hava depoları gerekecek. Bu durumda mevcut kapasitenin yeterli olup olmadığı da yanıt bekleyen bir soru. 

 

Bunların yanında, KKTC gibi sık sık elektrik kesintisi yaşayan ülkelerde, aşının muhafazası ise diğer bir muhtemel sorun olarak karşımıza çıkıyor.

 

Belirsizlik sadece aşı ile ilgili değil elbette. İlk aşamada uygulanan ekonomik politikaların ekonomiyi nasıl etkileyeceği de aynı oranda belirsizliğini koruyor. Örneğin, birçok ülkede, piyasalara muazzam ölçüde nakit para akışı sağlandı. Bu artış, enflasyon yaratacak mı? 

 

KKTC yönetimi pek çok ülkeye göre farklı bir politika tercih ederek,  krizin faturasını halka yükleyen bir anlayışı benimsedi. Bu anlayışın bir sonucu olarak, hane halkının ve şirketlerin borçlarında artış yaşanıyor. Peki artan borç yükü ekonomiyi nasıl etkiyecek?

 

Cevap bekleyen bir diğer soru; Var olan ekonomik koşullar içinde, piyasa ekonomisi rejimi  mevcut haliyle ne kadar devam edebilecek? Pandemi’nin uzaması durumda, devletin ekonomik yapı içerisinde payının artması da güçlü bir olasılık olarak ortada durmakta. Bu geçişin nasıl sağlanacağına ilişkin de cevap bekleyen onlarca soru var. 

 

Özetlemek gerekirse; içinde bulunduğumuz ikinci aşamada Pandemi sürecinde belirsizliğin yarattığı sis bulutunun büyüdüğü, yeni ve ne zaman sona ereceği belirsiz daha tehlikeli bir evreye girdik. 

 

KKTC özeline dönelim. Ülke, altı ayı aşkın bir süredir Pandemi koşullarında yaşıyor olmasına rağmen, KKTC hükümeti son dönemde artış gösteren vaka sayılarına yine hazırlıksız yakalandı. Hükümet; vatandaşa şaşkınlık, kaos ve panik içinde karar alıyor izlenimini veriyor. Bu durumun birçok nedeni olabilir. Önemli bulduğum iki nedeni anlatmaya çalışacağım. 

 

Birinci neden; Pandemi’nin kısa süreceğine dair oluşan beklenti. Sağlık bakanı Ali Pilli, geçtiğimiz hafta katıldığı bir televizyon programında, aşının yıl sonuna kadar bulunabileceğini ve 2021 yılının Covid-19’suz bir yıl olabileceğini açıkladı. Bu iyimser beklenti de, KKTC hükümetinde, Pandemi nasıl olsa kısa zamanda bitecek, dolayısıyla uzun vadeli tedbir almaya gerek yok’ varsayımına neden olmuş olabilir. 

 

İkinci neden; hükümetin aslında hem sorunların büyüklüğünün hem de aşının bulunması için gereken sürenin uzayabileceğinin farkında olması ancak bu sorunları hafifletecek tedbirleri almak için yeterli mali kaynağa sahip olmaması. Aslında bu neden, başbakan dahil birkaç bakan tarafından daha önce dile getirilmişti. Son olarak, KKTC Merkez Bankası Başkanı Rıfat Günay geçtiğimiz günlerde yaptığı açıklamada, “KKTC’de para politikası yok, bu yüzden krizlere tepki veremeyiz, cevap verebilmek için bütçe olmalı ama şu anki bütçeyle cevap veremeyiz...” dedi.

 

Yaşanmakta olan krizle baş etmenin zorluğunu hafife almak istemiyorum.  Ancak devletin ve kurumlarının ‘yeterli kaynağımız ya da enstrümanlarımız yok’ savunmasını da kabul etmek mümkün değil.

 

Merkez Bankası Başkanı’nın söylediklerini detaylandırmakta yarar görüyorum. Şirketlerden farklı olarak, devletlerin para basma yetkisi var. Para basma kabiliyetine sahip ülkelerin iflas etme riski olmadığına dair genel bir inanış var. KKTC’nin Türk Lirası üzerinde herhangi bir yetkisi yok. Eğer olsaydı, iflas etme korkusu olmadan, Merkez Bankası parayı basar, nakit ihtiyacını nispeten azaltırdı. Bu nedenle de Sayın Günay, tedbirler için güçlü bir bütçe olması gerektiğini belirtiyor. Bu noktada bir not düşmem gerek. Para basma yetkisi olan ülkelerin batma riski yoktur görüşünün doğruluk payı olmakla birlikte para basmanın da sistem içerisinde bir maliyeti var. Bu nedenle, bu aracı çok kullanmak durumunda kalan bir ülke, bir süre sonra, yeni para basmak yerine iflas etmeyi tercih edebilir.

 

Eğer KKTC özelinde ‘krizlere tepki vermek için’ kriter ‘güçlü bir bütçe’ ise, bu durumda devletin, bütçesini güçlendirmeye çalışması; tartışmaların da asıl bu konu üzerine yoğunlaşması gerekmez mi? 

 

Para basmak, devletlerin kaynak yaratmak için kullanacağı tek kaynak değil elbette. Devletlerin vergi toplama yetkisi de var. Tıpkı, para basma yetkisinde olduğu gibi, vergi toplama yetkisine sahip bir devletin de batma riski yok. Tabi yukarıda para basmak ile ilgili düştüğüm not, vergi toplamak için de geçerli. Yani eğer bir devletin iflasını önlemek için, vergilerin sürekli artırılması gerekiyorsa, bu durumda, o devlet iflas etmeyi tercih edebilir. 

 

Peki, bu zorlu ekonomik koşullarda nasıl daha fazla vergi toplanabilir? Bu soru, bir süredir dünya ekonomik tartışmalarının da odak noktasında. Bu soruya çoğunlukla verilen cevapsa; servet vergisi.

 

Son dönemde dünya ekonomisinin en önemli sorunlarından bir tanesi malumunuz gelir eşitsizliği. Pandemi ile beraber bu sorun daha da büyüdü. Ülkelerin en varlıklı kesimlerinin, krizin yükünün büyük kısmını üstlenmesi, hem devletin kaynak ihtiyacına yardımcı olması hem de sosyal adaletin sağlanması yönünde önemli bir adım olarak görülüyor.

 

Bütün bu argümanlar Kuzey Kıbrıs içinde de geçerli tabi. Bu nedenle de, servet vergisinin KKTC meclisinin değerlendirmesi gereken bir konu olduğunu düşünüyorum. 

 

Diğer bir alternatif gelir kaynağı ise miras (veraset) vergisi. KKTC, vergi toplamayı seven bir ülke değil. Bu durum, miras vergisi için de geçerli. Yeni bir düzenleme ile belirli bir miktarın üzerindeki miraslardan alınacak vergiler artırılabilir.  

 

Son olarak; gelir vergisi oranlarında yeni bir düzenlemeye gidilebilir. Belirli bir seviyenin üzerindeki maaşlardaki vergi oranları artırılabilir.   

 

Pandemi; hem gelir­/kaynak dağılımını olumsuz etkiledi hem de gelirleri azalttı. Bu dönemde yapılması gereken; maliye politikalarını kullanarak, gelir dağılımını tekrar düzenlemektir.  Şüphesiz ki yeni vergi koymak ve mevcut vergilerin oranlarını artırmak kolay iş değil. Ancak Pandemi’nin yaratığı sorunlara tepkisiz kalmak da ilerde daha büyük sorunların ortaya çıkmasına neden olacaktır. 

 

Pandemi’nin ikinci aşamasında tıpkı birinci aşamada olduğu gibi; zor seçimler sadece ekonomi ve sağlık arasında değil, aynı zamanda bugün ve de gelecek arasındadır. Gelecekte yaşanması muhtemel sorunları öngörerek, bugün alınacak tedbirlerle, krizin ekonomi üzerindeki hem bugünkü hem de gelecekteki muhtemel olumsuz etkileri hafifletilebilir.

 

Serbest piyasa ekonomisinin, bu krize uzun süre dayanmasını beklemekse iyimser bir yaklaşımdan öteye gitmeyecektir. Nitekim son dönemde, ülkede işsizlik büyük bir hızla artıyor. Bu artışı durdurmak, politika yapıcılarının en öncelikli görevi olmalı. İşgücünün de bu süreçte mümkün olduğu ölçüde korunması gerekiyor. Bunun için de, Pandemi’den olumsuz etkilenen sektörlerde faaliyet gösteren ve normal koşullarda sağlıklı olup, vergisini ödeyen şirketlerin tespit edilmesi ve yaşatılması gerekiyor. Bu sayede, ülke ekonomisinin en önemli sorunlarından biri olan kayıt dışı ekonominin da önüne geçilmiş olur. Şüphesiz, ihtiyaç sahibi ailelere de benzer bir desteğin sağlanması aynı derecede önemlidir. Pandemi’nin ilk aşamasında, verilen 1500 TL’lik yardımın da mevcut durumda yeterli gelmediği açıktır. 

 

Bu yazıyla amaçladığım; bu sıkıntılı günlerde karamsar bir tablo çizip felaket senaryoları yazmak değil elbette. Ancak uyarma ihtiyacı hissediyorum. Şunu net bir şekilde ifade etmem gerekiyor; KKTC hükümetinin tercih ettiği ve -üzülerek belirtmeliyim ki- Merkez Bankası Başkanı’nın da söylemleriyle onayladığı; ‘bütçemiz güçlü değil, bu nedenle de krize tepki veremeyiz…’ anlayışı bizi kısa zamanda felakete ve kaosa sürükleyecektir. Korkarım ki oluşacak bu kaos ortamında şikayet ettiğimiz bu günleri bile mumla arayabiliriz…