Sunday 21 February 2021

Gıda Fiyatları Neden Artıyor?


 

Gıda fiyatlarındaki son dönemde yaşanan artışlar gündemin en çok tartışılan konularından bir tanesi. Türkiye hükümeti, fiyat artışlarına, sözle müdahale ederek, bu artışların önüne geçmeye çalışıyor. Yapılan açıklamalarda, esnafa, fiyat artışlarının devam etmesi durumunda, büyük cezalarla karşı karşıya kalacakları uyarısında bulunuluyor.

 

Siyasetçilerin, piyasa dışı yöntemlerle bu şekilde fiyatları kontrol etme çabası yeni bir durum değil. Bu tür yöntemlerin tarihi neredeyse insanlık tarihi kadar eski ve ekonomi tarihi bunun örnekleri ile dolu. 

 

Piyasa dışı müdahalelerin ortak bir özelliği var; verilen en ağır cezalara rağmen, bu müdahalelerin başarısız olmaları. Eğer tarih iyi bir kılavuzsa, ceza ve uyarılarla gıda fiyatlarını istikrarlı bir yapıya kavuşacağı beklentisinin beyhude bir çaba olduğu sonucunu çıkarmak mümkün.

 

Peki, gıda fiyatlarında düşüş mümkün mü ve eğer mümkünse, bu düşüş nasıl sağlanabilir? Bu soruların cevapları, gıda fiyatlarındaki artışa neden olan faktörlere bağlı. Konu ile ilgili tartışmalara baktığımız zaman, iki nedenin ön plana çıktığını görüyoruz. Birinci neden, TL’nin döviz karşısında değer kaybetmesiyle ithal girdi fiyatlarındaki artış. İkinci neden ise tarım sektöründeki yapısal sorunlar. 

 

Her iki nedenin de, gıda fiyatları üzerinde etkisi vardır mutlaka. Ancak fiyat artışların salt bu nedenlerle açıklanamayacağını düşünmüyorum. 

 

Gıda fiyatlarındaki artışın nedeni TL’nin değer kaybıdır denildiği zaman, vatandaş  da TL değer kazanıyor; fiyatlar neden düşmüyor diye isyan ediyor. 

 

İkinci nedene gelince; kuskusuz, tarım sektöründe çözüm bekleyen çok ciddi yapısal sorunlar var. Konunun uzmanları, yıllardır bu sorunları detaylı şeklide anlatıyor. Bu sorunların fiyatlara etkisi olmakla birlikte, bu sorunlar, yeni değil. 

 

Şu anda gıda fiyatlarda artışa neden olan en önemli faktörlerden birinin makroekonomik belirsizlik olduğunu düşünüyorum. Burada, makroekonomik belirsizlik derken, ekstrem sayılabilecek makroekonomik olayların gerçekleşme olasılığının artmış olmasını kastediyorum. 

 

Son günlerde Dolar/TL paritesi 7 seviyelerine gerilemiş durumda ancak kısa bir süre sonra paritenin hızlı bir yükselişle tekrar eski seviyelerine dönmeyeceğinin ve hatta o seviyeleri de aşmayacağının garantisi yok. Merkez Bankasının döviz rezervinin olmayışı da bu senaryoların gerçekleşme olasılığını artıran bir unsur olarak karşımızda duruyor.

 

Makroekonomik belirsizlikler sadece dövizin fiyatıyla sınırlı değil. Faizler nasıl bir seyir izleyeceği  konusunda da belirsizlikler var. Merkez Bankası, sıkı para politikasına devam edeceğine işaret ediyor. Bu söz, ülkeye yüksek faiz getiri için gelmeyi düşünen yabancı yatırımcılar için belirsizliği azaltıyor. Ancak yerli üretici ve esnafı hem zor durumda bırakıyor hem de belirsizliği artıyor.  Merkez Bankası faiz artışına devam eder mı? Eğer ederse, faizler ne kadar daha artar? soruları cevap bekleyen sorular.

 

Son dönemde, TL’nin döviz karşısında değer kazanmasına neden olan yabancı yatırımcıların TL’ye olan ilgisinin bu sefer ne kadar ne kadar süreceği cevabı merak edilen bir diğer soru.

 

Bu soruları çoğaltmak mümkün. Örneğin; TCMB açıkladığı verilere göre, özel sektörün yılsonuna kadar 40 milyar doların üzerinde dış borç geri ödemesi bulunuyor. Bu, borcun finansmanı nasıl sağlanacak?

 

Türkiye hazinesi döviz cinsinden ancak %5-6 gibi, güçlü bir ekonomik yapıya sahip ekonomileri bile zorlayacak, bir faiz oranı ile borçlanabiliyor. Türkiye ekonomisi bu ağır yükü ne kadar daha kaldırabilecek? 

 

Soruları daha fazla uzatmayım; anlatmak istediğimi anladınız sanırım. İşte, şirketler ve esnaf da, her geçen gün büyümekte olan bu sis bulutu içerisinde sattıkları ürünlere doğru fiyatı belirlemeye çalışıyor. 

 

Peki bu belirsizlik fiyatları nasıl etki yapar? Artan makroekonomik belirsizliğin ekonomik üzerindeki olası etkileri son dönemin popüler araştırma konularından bir tanesi. Bu tür bir belirsizliğin, modellenmesi kolay değil. Ancak, son yıllarda, bu alanda, ilerleme kaydedildi. Bende bir süredir, makroekonomik belirsizliğin fiyatlar üzerindeki etkileri üzerine çalışıyorum. Yazının geriye kalan kısmında da, bu projeden bugüne kadar öğrendiklerimi kısaca özetlemeye çalışacağım. 

 

Analizi başlarken, analizi basitleştirmek için siyasi hamasetin ve açgözlü esnafın olmadığı, bütün ekonomik aktörlerin olaylar karşısında rasyonel kararlar aldığı; kısacası her şeyin tam da olması gerektiği gibi çalıştığı bir sorunsuz bir ekonomi düşünelim. 

 

Şimdi de, bu ütopik olarak nitelendirebilecek ekonomiyi, biraz gerçeğe yaklaştırmak için iki unsur ekleyelim. Birinci unsur, firmaların, serbest piyasa ekonomisin bir gereği olarak, kar amacıyla üretim yapmaları, İkinci unsur ise, firmanın ürünü için belirlediği fiyatın belirli bir süre için geçerli olması olsun.  

 

İkinci unsuru burada biraz detaylandırmam yararlı olabilir. Ürün fiyatlarının her gün değiştirilmesinin, firma için operasyonel bir maliyeti var. O nedenle olmalı ki, firmaların belirledikleri fiyatların belirli bir süreliğine geçerli olduğunu gözlemliyoruz. Örneğin; TCMB’nin, yaptığı bir araştırma, işlenmiş gıda fiyatları ortalama olarak 2 ayda bir değiştiğini gösteriyor. 

 

Böyle bir ekonomide bile, simülasyon yöntemlerini kullanarak artmakta olan makroekonomik belirsizliğin ekonomik etkilerini analiz ettiğimiz zaman, firmaların kendilerini makroekonomik belirsizlikten korumak için kar marjlarını artırdığını görüyoruz. Başka bir deyişle, belirsizlik ortamında, hayatta kalabilmek için, rasyonel bir firmanın yapması gereken, kar marjını ve ürünlerin fiyatlarını artırmak. 

 

Analize, Türkiye özelinden devam edelim. Az önce de, belirtiğim gibi, Türkiye’de işlenmiş gıda fiyatları ortalama iki ayda bir değişiyor. Normal şartlarda, iki ay uzun bir süre değil. Ancak Türkiye’nin ekonomisin içinde bulunduğu ekonomik konjonktür dikkate alındığında, uzun bir süre. Bırakın iki ayı; gelecek hafta neler yaşanabileceğini bile kestirmek zor. Bu yukarıda özetlemeye çalıştığım, belirsizlik de, fiyat artışı olarak vatandaşa yansıyor. 

 

Ayrıca, gıda en temel ihtiyaç olması nedeniyle de diğer ürünlerden farklı bir konuma sahip. Diğer ürünlerde, fiyat artışları, talebin düşmesine neden olabilir. Azalan talep de, diğer ürünlerde fiyat artışlarının sınırlı olmasını sağlayabilir. Bir anlamda, talebin düşmesi, firmaların belirsizliğin yaratığı riskin bir kısmını üstlenmek zorunda bırakabilir. Ancak gıdada bu durum söz konusu değil. 

 

Türkiye İstatistik Kurumunun (TUİK)’in açıkladığı bu yılın ocak ayına ilişkin enflasyon rakamları, yukarıda anlattıklarımı destekler nitelikte. Açıklanan rakamlar, bu yılın Ocak ayında, özellikle Pandemi döneminde, lüks tüketim olarak nitelendirilebilecek, talebin daha değişken olduğu, ‘giyim ve ayakkabı’ harcama grubunda, fiyatlarında, yıllık bazda, sadece %2’e yakın artış gerçekleştiğini işaret ediyor. ‘Gıda ve alkolsüz içecekler’ harcama grubundaki artış ise yaklaşık %18.

 

Gıda fiyatlarındaki bu artış hem ortalama enflasyonu yukarıya çekiyor hem de hem toplumun en dar gelirli kesimini zorda bırakıyor.

 

Gıda fiyatlarında bunlar yaşanırken, TCMB’de ortalama enflasyondaki artışı gerekçe göstererek faizleri artırdı ve sıkı para politikasına devam edeceğini duydurdu. Bu artışla amaç, hem tüketimi hem de yatırımları pahalı hale getirip ekonomi yavaşlamak ve bu sayede de talebi azaltmak. Azalan taleple birlikte, fiyatlarda ve enflasyondaki artışı durduracağı beklentisi var. 

 

Bu politikanın gıda fiyatlarının düşürmede başarılı olması, dar gelirli kesimde açlığın artması demek. Bu politikanın ne kadar, başarılı bir ekonomi politikası olduğunun takdirini size bırakıyorum.

 

Özetlemek gerekirse; son dönemde, özelde gıda fiyatlarının ve genelde enflasyonun arkasındaki faktörün makroekonomik belirsizlik olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla, enflasyonu düşürmek için yapılması gereken bu belirsizliği azaltmak. Ekonomik belirsizliği azaltmanın önkoşulu da siyasetteki kaosun sona ermesi. Umarım, fiyatlardaki artış daha da hızlanmadan bu kaos ortamı biran önce son bulur. 

No comments:

Post a Comment