Monday 18 October 2021

Devlet Yönetiminde Risk, Romantizm ve Döviz Kurları

Türkiye, İkinci Dünya Savaşı’na girmeme kararı alınca hâlihazırdaki sosyal ve ekonomik sorunlar daha da kötüleşmiş. Bu sıkıntıların iyice hissedildiği bir dönemde bir gün, bir vatandaş; çevik bir hareketle kalabalık arasından sıvışmış, Çankaya Köşkü’nden çıkmakta olan dönemin Cumhurbaşkanı İsmet İnönü’nün yakasına yapışmış, “Bizi aç bıraktın!” diyerek isyan etmiş. İnönü de Isaac Newton’un ikinci kuralını doğrulamak istercesine aynı hızda vatandaşa cevap vermiş: “Sizi aç bıraktım ama babasız bırakmadım!..”

Bu hikâyeyi lise son sınıfta tarih öğretmenimden dinlemiştim, siz de biliyorsunuzdur… Bu hikâyeyi anlatmadaki amacım, Türkiye’nin İkinci Dünya Savaşı’na girmeme kararını sorgulamak değil elbette; İnönü’nün tavrının, devlet yönetiminde riskin ne demek olduğunu anlamak için çok iyi bir örnek oluşturduğunu düşündüğümdendir. 

Risk; son günlerde, herhâlde, Türkiye’de en çok kullanılan kelimelerden biri ve neredeyse Türkiye ekonomisi ile eş anlama gelmiş durumda. Google’da “Türkiye ekonomisi” diye arama yaparak bu tespiti doğrulamak mümkün. Arama sonucunda çıkan makalelerin birçoğunda Türkiye ekonomisinin her geçen gün ağırlaşmakta olan sorunlarının artan risklere bağlandığını görürsünüz. Bazı makalelerde ise “risk” ve “belirsizlik” kavramları beraber kullanılıyor. 

Riskin son dönemdeki makroekonomik faktörleri belirleyen temel faktör olduğu açık. Ancak bu tespitin altını doldurmamız, risk dediğimiz şeyin tam olarak ne anlama geldiğini ve belirsizlikten farkının ne olduğunu açıklamamız gerektiğini düşünüyorum. 

Ekonomi literatüründe risk denince akla gelen ilk isim Frank Knight’tır ve riskin kabul gören tanımı da Knight’ın 1921 yılında yayımlanan kitabında yaptığı tanımdır. Belirsizliğin artmasıyla beraber ekstrem sayılabilecek olayların gerçekleşme olasılığı artar. Knight, belirsizliği iki kategoriye ayırır. Belirsizliğin ölçülebilen kısmını “risk” olarak tanımlarken belirsizliğin ölçülemeyen kısmını ise “gerçek belirsizlik” (true uncertainty) olarak nitelendirir. 

Bu tanımları örneklerle açıklamaya çalışayım. Zarla oynan bir kumar oyunu düşünün. Bir zarı attığınız zaman hangi yüzeyinin üste geleceği belirsizdir. Ancak bir yüzeyin üste durma olasılığını ve dolayısıyla oyunu “kaybetme riski”nin ne olduğu biraz matematik bilgisiyle kolayca hesaplanabilir. 

Riskin değerinin ne olduğunu ölçmek için ille de matematiksel hesaplama gerekmeyebilir. Bazı durumlarda tecrübeler de riskin değerini belirlemek için yeterli olabilir. Örneğin İngiltere’de yaşıyorsanız ve sabahları koşmayı seviyorsanız koşarken, yağmurdan ıslanma riskinin oldukça yüksek olduğunu tecrübelerinizden bilirsiniz.

Frank Knight’ın kitabında belirtiği gibi risk ölçülebildiği için riske karşı önlem almak mümkün. Sigorta dediğimiz şey de insanoğlunun belirsizliğin ölçülebilir kısmını sabit gidere dönüştürme çabasıdır. Örneğin araba kullanıyorsunuz, kaza yapma riskiniz ortalama olarak bellidir ve bu riske karşı sigorta satın alabilirsiniz. 

Bazı durumlarda sigorta almak yeterli olamayabilir. İngiltere’de sabahları koşan adamı ele alalım. Bu adam, yağmurdan korunmak için, örneğin, su geçirmediği iddiasında olan “Gore-Tex” teknolojisiyle üretilmiş bir çift spor ayakkabı satın alabilir. Spor ayakkabı teknolojisi son yıllarda çok büyük ilerlemeler kaybetti. Bu bir gerçek ancak eğer yağmurun şiddeti, ortalamanın üstünde ise su geçirmeye başlayan ayakkabılarla birlikte Gore-Tex efsanesi de çöker; hayranlık, hayal kırıklığına ve siteme dönüşür. Sitemin şiddeti de o gün yağan yağmurun ortalamadan ne kadar saptadığına bağlı olarak değişir! 

Bu girişten sonra İsmet İnönü’nün sözüne geri dönelim, sonra da bugün ekonomide yaşananları analiz etmeye çalışalım. İsmet İnönü’nün savaşa girmeme nedeni, isyan eden vatandaşa verdiği tepkiden duygusal bir karar olarak görülebilir ve bu nedenle de söz konusu karar “Devlet işlerinde romantizm olmaz” denilerek eleştirilebilir. Hatta bu eleştiriye “Bu romantizm sonunda Onikiada’yı kaybettik” yorumu da eklenebilir. 

Bana sorarsanız kararın doğruluğu ya da yanlışlığı tartışmaları bir yana İnönü’nün tercihini duygusallık olarak yorumlamak ve romantizme bağlamak hatalı bir yaklaşımdır. İnönü’nün kararı, İnönü’nün romantizm derecesini değil, bir devlet adamı olarak riske karşı olan tutumunu gösteriyordu. Verilen karar da savaşın yaratacağı risklere karşı halkını korumaktı. 

Savaşlar, Knight’ın gerçek belirsizlik olarak nitelendirdiği belirsizlikle dolu süreçlerdir. Ancak savaşların yaratacağı belirsizliklerin ölçülebilir kısımlarını ya da riskleri hesaplamak zor değil. Siyasetçiden önce bir komutan olan İnönü’nün, hem de Kurtuluş Savaşı gibi bir savaşı kazanmış komutanlardan biri olarak, Kurtuluş Savaşı’ndan kalma silahlarla bir dünya savaşına girmenin, birçok askerin ölümüne neden olacağını öngörmesi zor değildi. 

İnönü’nün kararında ya da riske karşı tutumunda siyasi formasyonun oluştuğu dönemin koşullarının da etkili olduğunu düşünüyorum. Simon Kuper, 14 Aralık 2017 tarihinde Financial Times gazetesinde yayımlanan muhteşem makalesinde İngiltere ve Amerika’dan örneklerle benzer bir sonuca varır. Kuper, makalesinde bir siyasetçinin verdiği tepkiyi siyasi formasyonun oluştuğu dönemlerde yaşadıkları ülkelerin siyasi ve ekonomik koşulları belirlediğini savunur. Kuper’ın öngörüsü doğru olmalı ki çoğu zaman, siyasette verilen tepkilerin değişmesi için jenerasyonun değişmesini beklemek gerekir. 

İnönü, fakirliğin ve savaşların yoğun olduğu bir dönemde yetişmiş bir siyasetçiydi. O nedenle de devletin ne derece önemli olduğunu iliklerine kadar hissediyordu. Sonuçta, o dönemde bir savaşın açacağı sosyal ve ekonomik yaraları yine devlet saracaktı. 

Bugün Türkiye’yi yönetenlerin, İsmet İnönü’nün en büyük hayranları olmadığı bir sır değil; onlar, Turgut Özal’ın hayranları. Turgut Özal’ın risk konusundaki görüşleri biliniyor. Özal, risk konusunda, İnönü’ye göre daha pragmatik bir anlayışa sahip. Özal eğer ödül yeterince tatminkârsa riski almayı değer bulan bir siyasetçiydi. Özal’ın açıklamalardan da riski almak için ödülün, en az bire üç olması gerektiğini anlıyoruz. 

AKP, kavramları mantıksal uç noktalarına çekmeyi seven bir parti. Özal’ın “Anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” anlayışından ülkenin kanun hükümde kararnamelerle yönetildiği bir noktaya geldik. Aynı tavrı risk konusunda da görüyoruz. 

Dünyanın neresinde olursa olsun, merkez bankalarının faiz kararları bir miktar belirsizlik barındırır. Ancak Türkiye ekonomi yönetiminin, faizleri düşürdüğü zaman bu kararın yaratacağı sonuçları bilmemesi mümkün mü? “Ekonomistleri kovduk, o yüzden hesaplayamıyoruz.” deme lüksleri de yok. Tecrübelerden, faiz düşürmenin kaosa neden olduğunu, enflasyonu düşürmediği gibi artırdığını da bilmeleri gerekir. 

Peki, biliyorlarsa neden yapıyorlar, neden risk alıyorlar? Frank Knight, kitabında, ondan önce de Adam Smith, insanoğlunun küçük kayıpları göze kalarak büyük kazançlar kazanma eğiliminde olduğu tespitini yapar. Kısaca Knight ve Smith’in söylediği, insanoğlunun kaz gelecek yerden tavuğu esirgemediğidir. Son dönemde yaşanan kripto para çılgınlığı da herhâlde bu öngörünün en güncel kanıtı. 

Knight ve Smith’in yaptığı tespit bireyler için geçerli. Bazen hayat, yoğurdu bile üfleyerek yememiz gerektiğini dikte etmeye çalışsa da bireysel olarak risk almaya meyilliyiz galiba. Bir birey, riskli bir yatırım yaparsa bu durum kendini ilgilendirir çünkü kaybedeceği kendi parasıdır. Devlet yetkilerinin bu şekilde davranma lüksleri yok çünkü harcanacak para, halkın parasıdır ve alınacak kararların milyonları olumsuz etkileme olasılığı bulunmaktadır. Demokrasisi iyi çalışan ülkelerin bu işi şansa bırakmadıklarını ve sistem içeresinde siyasetçinin riskli kararlarının önüne geçmek için meclis dâhil bir dizi emniyet supabı koyduklarını biliyoruz, görüyoruz. 

Türkiye’nin son dönemde yaşadığı sorunlarında temelinde devletin ve bireysel risklerin birbirine girmiş olması var. Bu karmaşanın nedeni de şüphesiz yürürlükteki siyasi sistem. Mevcut sistem, bu duruma dur diyecek, halkı devlet yetkilerinin aldığı risklere karşı koruyacak mahiyete değil. 

Bu anlattıklarımdan, devlet yetkileri hiç risk almamalı sonucu çıkabilir. Ancak anlatmaya çalıştığım bu değil. Siyasilerin risk alırken, belki tıp doktorlarının bir ilacı önerirken yaptığı gibi, fayda ve zarar hesabı yapmaları gerekir. Fayda ve zarar analizi, doktorun kendisi için değil elbette, hasta içindir!

Ülkede risk almayı tetikleyen ekonomik bir ortam var. Dağ, taş bina dolunca hâliyle inşaata dayalı büyüme modelinin sonuna gelmiş olduk. Tabii gelirken de borç Ağrı Dağı’nı aşmış bulundu. Yeni bir ekonomik büyüme modeline ihtiyaç var. Bu ekonomik tıkanmışlık, risk almayı teşvik ediyor, işler yolunda gitseydi bu riskli kararlara gerek olmayacaktı. İşler yolunda gitmediği için de çözüm buluruz ümidiyle, can havliyle, “Ya tutarsa!..” anlayışıyla yeni bir ekonomik model arayışına girilmiş durumda. Bu kontrolsüz risk alma hâli sorunlara çare olmadığını gibi tam aksine yatırımcıları korkutarak ekonomideki durumu daha da kötüleştiriyor. Kötüleşen ekonomik durum, ekonomi yönetiminin daha büyük riskler almasına neden oluyor… Ekonomideki kısır döngülere artan sorunlarla beraber yeni bir kısır döngü daha ekleniyor. 

Ekonomi yönetiminin ekonomik sorunlarla başa çıkma yönteminin en tehlikeli sonucu, Frank Knight’ın deyimiyle gerçek belirsizliği artırıyor olmasıdır. Başka bir deyişle alınan riskli kararlarla birlikte toplam belirsizlik artarken, belirsizliğin ölçülebilir kısmının toplam belirsizlik içindeki payı azalıyor. Yani Knight’ın tarif ettiği bir dünyadan diğerine doğru hareket ediyoruz. Bu durumun ciddi olumsuz sonuçları olacak. Ne gibi mi?..

Yatırımcıların, yatırım yaparken kendilerini risklere karşı korumak için satın aldıkları adına “credit default swap (CDS)” denilen bir sigorta var. 2008 Dünya Krizi’nde de gördük. CDS’lerin sağlayacağı koruma “Gore-Tex” teknolojisinin yağmura karşı sağladığı korumadan çok da farklı değil. Bunun nedeni, bir dünyadan diğerine geçişin, bir önceki dünyanın risk değerlendirmelerini geçersiz kılmasıdır. Dananın kuyruğu da yatırımcılar bu durumun farkına varınca kopacak.  

Atılan her adımın, alınan her kararın sadece “gerçek belirsizliği” artırdığı bir dönemde ekonominin düzlüğe çıkması ancak mucizelerle mümkündür… Durum bu olunca Eda Baba’ya eşlik etmekten başka bir şey gelmiyor elden: 

“Bir mucize Tanrı’m bize… Günah değil ayıp ne de… Tanrı’m bize mucize…”