“Türk lirası yerine Euro kullanırsak Türk lirasının (TL) değer kaybından kaynaklanan enflasyondan derdinden kurtulabilir miyiz?” sorusu, TL’nin hızlı değer kaybettiği dönemlerde gündeme gelen bir soru. Bu değişimi savunanların anlattıklarından anladığım, var olan koşullarda Türk lirası yerine Euro kullanmak bedava yemek gibi bir şey.
Yerli para birimi yerine daha istikrarlı yabancı para birimi kullanma fikri yeni değil; bu fikir farklı ülkelerde yürürlüğe kondu, konuluyor. Bu politikanın başarısız örneklerine bakıp da kestirip atmak da mümkün ama öyle yapmayacağım. Bu öneriyi önümüzdeki seçim döneminde çokça duyacağız gibi görünüyor. O yüzden, bu öneriyi Kuzey Kıbrıs üzerinden değerlendirmek istiyorum.
Euro kullanmanın en önemli “olası” avantajı, Euro daha istikrarlı seyreden bir para birimi olduğundan satın alma gücünün daha istikrarlı hâle geleceğidir. Bu beklenti ve avantajı not ettikten sonra bunun olası dezavantajlarına odaklanmak istiyorum.
Kuzey Kıbrıs, sürekli bütçe açığı veren bir ekonomiye sahip. Euro’ya geçmek, Euro finansmanının ihtiyacının artması demek. Ülkenin çok döviz geliri olmadığı düşünüldüğünde bu açık, nasıl finanse edilecek? Türkiye, son dönemde döviz borçlanabilmek için %6 faiz ödüyor. Kuzey Kıbrıs’ın Euro borçlanabilmek için biraz daha fazla faiz ödemek durumda kalacağını tahmin ediyorum. Faiz oranı %6 bile olsa fazla döviz geliri olmayan bir ülkenin, bu faiz oranıyla uzun süre devam edebilmesi çok olası değil.
Mevcut yapı içerisinde Euro’ya geçişin fiyatlara istikrar getireceğinden emin değilim. Euro, fiyat istikranın ya da düşük enflasyonun garantisi değil. Euro kullanılan ülkelerde enflasyonun düşük olmasının nedeni Euro değil, bu ekonomilerinin sağlıklı bir yapıya sahip olmasıdır ve iyi yönetilmeleridir. Pekâlâ, Euro’lu bir ekonomide de yüksek enflasyon yaşanabilir. Bu konuyu detaylandırmak istiyorum.
Kuzey Kıbrıs ve Türkiye’deki fiyat hareketlerini kıyaslamak cevabını aradığımız soruya ışık tutabilir. Ancak maalesef ne Kuzey Kıbrıs’ta ne de Türkiye’de açıklanan enflasyon rakamları güvenilir. Bu nedenle, ben bu tür bir kıyası yapabilmek için Gloria Jeans’in küçük boy latte fiyatlarını kullanıyorum. Latte fiyatlarının avantajı şu: Aynı ürün ve kahve fiyatı, içerisinde birçok farklı maliyeti barındırıyor. Bu yılın haziran ayında bir latte Kıbrıs’ta 18 TL’ye satılırken Türkiye’de 13,25 TL’ye satılıyordu. Hazirandan bugüne latte fiyatları her iki ülkede de arttı. Kıbrıs’ta lattenin fiyatı %22 artışla 22 TL’ye yükseldi. Türkiye’de bunun yarısı kadar bir artış var. Türkiye’de lattenin fiyatı %11 artışla 14,75 TL oldu. Fiyatları aldığım gün, TL’nin döviz karşısında değer kaybı da yaklaşık %22’ydi. Yani Kuzey Kıbrıs’ta kur geçişkenliği Türkiye’dekinin neredeyse iki katı. Başka bir deyişle Kuzey Kıbrıs’ta TL’nin değer kaybı, latte fiyatlarına bire bir yansımış durumda. Bu sonucu, ülkedeki diğer birçok ürün için genellersem fazla itiraz geleceğini sanmıyorum.
Bu rakamlarla anlatmaya çalıştığım şu: Kuzey Kıbrıs ekonomisi enflasyon yaratmaya meyilli bir ekonomi. Aynı döviz kuru şoku, neden Kuzey Kıbrıs’ta fiyatlara, Türkiye’ye göre çok daha fazla fiyat artışına neden oluyor? Bu, Kuzey Kıbrıs’taki politika yapıcıların odaklanması gereken önemli bir soru. Bunun nedeninin Kuzey Kıbrıs’taki piyasaların yapısındaki sorunlardan kaynaklandığı açık. Rekabet eksikliği ilk akla gelen muhtemel neden.
Buraya kadar anlattıklarım, özel sektörün fiyatlamalarıyla ilgili. Sorun sadece özel sektörle sınırlı değil. Bütçe açıkları enflasyonu artıracak diğer önemli bir tehlike. Euro’lu ekonomide devlet bugün yaptığı gibi bütçe açıklarını finanse etmek için kontrolündeki fiyatlara zam yapmayacak mı? Bu da bütçe açıklarının artığı dönemlerde daha fazla zam demek. Kamu zamlarının ülkedeki diğer fiyatları nasıl artırdığını biliyoruz.
Euro’lu bir Kuzey Kıbrıs ekonomisinde, enflasyonun her zamanki maliyetlerinin dışında önemli bir maliyeti daha olacak. Bu maliyeti açıklamadan önce birkaç noktayı vurgulamam gerek. Euro’ya geçiş; ülke ekonomisindeki yapısal sorunları çözmeyecek, ülkenin Euro gelirini artırmayacak, ticaret ortağını da değiştirmeyecek. Türkiye yine alışveriş yapılan tek ülke olacak ve kur yine dalgalanacak. TL, döviz karşısında değer kaybediyor ancak dalgalanarak değer kaybediyor. 2018 yılında 1 dolar 3,75 TL iken yılın sonunda 5,29 TL’ye yükseldi. Ancak yıl ortasında parite 6,90 seviyelerindeydi. Yani yılın ilk yarısında %40 değer kaybeden TL, ikinci yarısında %30 değer kazandı. Geçen yılda da benzer bir durum yaşandı. Yarın doların 8 TL’ye düşüp bir süre sonra 14 TL olmayacağının garantisi yok. Bu senaryonun gerçekleşmesi, piyasaları memnun edici bir kanun hükmünde kararnameye bakar. Bütün bunlar Euro için de geçerli. Kısaca Euro’ya geçiş durumunda da kurdaki oynaklık sürecek ve bu oynaklık, planlama ve yatırımı önünde engel teşkil etmeye devam edecek. Bu oynaklık da enflasyonun artmasına neden olacak bir risk.
Euro’lu bir ekonomide enflasyondaki her artış, Kuzey Kıbrıs’ın yükseköğretim ve turizm alanlarında rekabet edebilirliğini kaybetme riskini artıracak. Kuzey Kıbrıs’a giden üniversite öğrencilerinin yarısından fazlası Türkiye’den, Kıbrıs’a en çok turist olarak giden ülke de yine Türkiye. Euro kullanıldığı durumda, Türkiyeli öğrenciler ve turistler için Euro’daki TL kaybının üzerinde ek bir maliyet yaratma riski var. Türkiye’den gelmesi muhtemel öğrenciler, belki Kuzey Kıbrıs’ta bir üniversite yerine, belki Türkiye’de bir üniversiteyi tercih edecek.
Rekabet edebilirliği tekrar tesis etmek için TL’nin Euro karşısında değer kaybettiği dönemlerde hotel, ev kiraları vb. fiyatlarda indirime gidilebilir. Ancak işletmeler bu seçeneği tercih etmeyebilir çünkü maliyetleri Euro cinsinden olacak. Bu yolun tercih edildiği durum da parlak değil. Bu, TL her değer kaybettiğinde Kıbrıs Kıbrıs’ta fiyatların düşmesi anlamına geliyor ki bu da fiyat istikrarı anlamına gelmez. Fiyatlardaki düşüş, işletmeleri zora sokacağı gibi Japonya örneğinde de görüldüğü gibi birçok başka ekonomik soruna da neden olabilir. Devlet burs verip aradaki farkı kapatabilir, diyebilirsiniz. Bu seçeneğin de sürekli açık veren devlet bütçesi üzerinde baskıyı daha da artmasına neden olacağı aşikâr.
Kurdaki dalgalanmalar üzerinden devam edelim. Kuzey Kıbrıs’a birçok ürün Türkiye’den gidiyor. TL’nin değer kazanmasıyla Türkiye’den ithal edilen ürünler Kuzey Kıbrıs’ta pahalılaşacak, TL’nin değer kaybetmesiyle ucuzlayacak. TL değer kaybedince Türkiye’de üretilen ürünlerin fiyatı artıyor ama TL değer kazanınca ucuzlamıyor. Bu da ürünlerin Euro cinsinden pahalılaşma ihtimalini artırıyor. Bu açıdan da Euro kullanmak sadece kurdaki dalgayı tersine çevirmeye yarayacak.
Bu tür maliyetlerin listesini uzatmak mümkün. Uzatmaya gerek yok sanırım. Kısaca Kuzey Kıbrıs özelinde söylemeye çalıştığım, TL’den Euro’ya geçmek sanıldığı kadar kolay olmadığı ve içinde ciddi riskler barındırdığıdır.
Şüphesiz, siyasi partiler istedikleri politikayı ve görüşü savunabilirler. “Riskleri var ama faydaları çok.” deyip halktan yetki alırlarsa istedikleri politikayı uygulamaya da koyabilirler. Ancak tabii sorunlar doğru tespit edilmediğinde esas sorunların çözümü ikinci planda kalır, var olan sorunlara yenileri eklenir.
***
Geçtiğimiz günlerde kızı ölen acılı annenin, kızı ölmeden hastanede yaşadıklarını gazetelerde okudum. Çok üzüldüm. O annenin anlattıklarını okurken yaşadığı çaresizliği ben de yaşadım. Ekran koruyucunun devreye girmesiyle kararan ekrana bakarken son yıllarda bu tür olaylardan daha fazla etkilendiğimi düşündüm. İçimdeki ses, bu durumu ilerleyen yaşın bir sonucu artan duygusallığa bağladı. Ama ikna olmadım, bu olay yaşla açıklanacak kadar basit değildi.
Üzüldüğüm şey, özellikle son yıllarda, Kıbrıs’ın kuzeyinde artan sosyal adaletsizlikti. O küçük kız, devlet hastanesi yerine özel bir hastaneye gitmiş olsaydı belki de şimdi yaşayacaktı. Lafım sağlık çalışanlarına değil elbette. Onlar da devlet hastanelerindeki maddi yetersizlikler ile personel yetersizliklerini gidermek için çalışıyorlardır. Ve tabii, maalesef, ateş düştüğü yeri yakıyor. Olay unutuldu gitti bile.
Sağlığın reforma ve fona ihtiyacı olduğu ortada. 2022 bütçe yasa tasarısına baktığınız zaman sağlık harcamalarının, devletin açıkladığı enflasyon kadar bile artırılmadığını öğreniyoruz. İşin en ilginç yanı, muhalefet partileri bu bütçenin geçmesi için canla başla çalışıyorlar.
Özellikle sol partiler için şaşırıyorum. Bir sol parti seçim sonrası iktidara gelme olasılığını düşünüp, kendi bütçesini hazırlayarak “Sağlık harcamalarında rekor bir artış yaptık!” diye övünmek istemez mi? Sağlık ve eğitim harcamalarını dahi artırmayı başaramayan bir sol partinin var oluş misyonu nedir?
***
Mevcut “et ve tırnak” olarak tarif edilen yapı içerisinde Kuzey Kıbrıs’ın, Türkiye’de yaşananlardan etkilenmemesi mümkün değil. Bu krizin, dar gelirlilerin krizi olduğu yorumları yapılıyor. Bu yorumlar şu an için doğru. Yazılarımı takip edenler bu konuda ne düşündüğümü bilirler: Bu kriz sıradan bir kriz değil ve “Ekonomik krizler sadece dar gelirlileri etkiler.” inancını değiştirebilecek dirayette.
Krizin çözümü konusunda Euro’dan beklentiler çok fazla. Bütçenin sürekli açık verdiği, yapısal sorunların olduğu bir ekonomide ve risklerin bu denli yüksek olduğu bir dönemde, Euro’nun tek başına fiyat istikrarını nasıl sağalacağını anlamakta zorlanıyorum. Yanıtını vermekte zorlandığım bir soru daha var: Krizin finans sektörüne sıçraması durumunda tasarrufların döviz cinsinden olması tasarrufları ne kadar koruyacak?
Çare deyince akla ilk gelenin Euro olması, Türkiye’deki ekonomi tartışmalarının hep finansal piyasalar üzerinden yapılıyor olmasının bir sonucu. Bu nedenle ekonomi deyince akla hep “para” gelir. Bu durum da özellikle kriz dönemlerinde “Kötü para yerine iyi parayı koyarsak ekonomiyi düzeltiriz.” düşüncesini tırmandırıyor.
Yaşanan ekonomik sorunların kaynağında mevcut yapı var, Covid-19 aşılarını sırf “Rum tarafı üzerinden geliyor.” diye reddeden siyasi anlayış var, vergi almayıp teşviklerle verimsiz şirketleri yaşatmaya çalışan ekonomik düşünce var, bir türlü kalkındıramayan kalkınma kredileri var, BBC gibi uluslararası basına haber olan yabancı öğrencilerin sömürülmesine sessiz kalan siyasi duruş var, turizm denince akla sadece kumarhanelerin gelmesi var, ülkede tüketici hakkı diye bir şeyin olmaması var…
Bir dönüşüme ihtiyaç var. Bu dönüşüm de ekonomideki temel sorunların doğru tespitini ve çözümünü gerektiriyor. Mevcut anlayışlarla bu tespitler ne kadar doğru yapılabilir, bilmiyorum. Beni krizin şiddetinden daha fazla tedirgin eden nokta da bu.
Özetlemek gerekirse ben Euro’ya geçişin tek başına sorunlara çare olacağı görüşünde değilim. Hatta bu geçişin yeni sorunlara yol açacağını düşünüyorum. Ama Euro’ya geçişin iyi bir fikir olduğunu düşünenler, bu görüşü savunmaya devam etsinler tabii. Amacım, önerilerine karşı çıkmak değil, buzdağının görünmeyen kısmı olduğunu vurgulamak sadece…